17 Şubat 2019 Pazar

Katil

Aşk yok olmak değil, varken yok olmasından korkmakmış. Her ne kadar dense de aşk soyut bir kavramdır, bir histir diye; ellerinin arasında bir elin varlığını hissetmek aşkın somutluğuna en büyük örnek. İnsan bazen kaybettiğini düşünür bu dünyada varolan ve sahip olabileceği her şeyi. Bir anda tepeden en dibe çökmenin verdiği o inanılması güç acıyla birlikte en büyük katili aşk oluverir kişinin; o zaman aşk soyut bir kavram değil, kalpten kalbe yol değil, vücudunu titreten ve hislerini doruğa çıkaran o görülemeyen, duyulamayan soyut oluşum değil; aşk o zaman işte bir insandır. Aşk, aşık birinin katili olan insan; nesne değil, yüklem değil öznedir. Cümlelerinde öznesinin gizli tutanların hikayesinde aslında katilleridir aşk. Kiminin yeniden doğmasına sebebiyet verendir, kiminin en dibi gördüğünde başını kaldırmasına vesile olan güçtür; ve hatta kiminin annesidir aşk. Kimileri inanmaz aşka çünkü dokunmak, görmek, hissetmek, tatmak gerekir onlara göre bir şeye inanmak için. İroniktir ki, bazıları için de ömür boyu yürünen yolların yürünmesindeki tek sebeptir. Aramaktır bazen. Arayıp bulamamak veyahut aramadığında bulmak. Sahip olmaktır. Aşka sahip olmakla birlikte önüne serilen bütün güçlerin ve bütün hislerin sahibi olmaktır. İki insan arasındaki en özel paylaşımdır. Dokunmak, görmek istemek, hissetmek. Bu yüzden yok olmak değil, varken yok olmasından korkmaktır. Bulmuşken yitirmemek için canını dişine takarcasına savaşmak ve galip gelmektir. Yitirdiklerini tekrar bulabilme ve kazanabilme ümididir. Eve gitme ve evde olma hissidir aşk. Evinin yolunu kaybedenlerinse kalemindedir..

12 Aralık 2018 Çarşamba

Gözü Kapalı Yaşamak

Gözüm kapalı hala, hala içimde çocuksu bir umut ve inanamama. Hala her döndüğüm sokakta yüzünü göreceğime, çalan telefonun ekranında adını göreceğime kendimi inandırarak devam ediyorum yaşamaya. Yoksulluk ve yoksunluk denen iki 'şey' asla parayla pulla olacak işler değil. Ne kadar eksildiysen bu hayatta bir şeylerden, işte o kadar yoksunsun: ne kadar koptularsa senden çocukluğunun en özel anları, işte o kadar yoksulsun. İnanamamak bazen kabullendiğin bir durumun sana verdiği o zararı engellemeye çalışmanın bir kaçışı işte. Aslında biliyorsun, kabullendin senden kopanları ve koparılanları; ama kopmamışlar gibi devam ediyorsun yaşama bir an bile tutunabilmek adına. Önce her zaman yüzü gider hafızadan, gözlerini sımsıkı kapatırsın hadi gel gözümün önüne yüzünü bir saniye bile olsa tekrar hatırlayayım ki bu bana bir süre daha yetsin diye. Sonraları ve bir de en acısı sesini unutmak.. Kulağına fısıldanan ilk kelimeyi duyduğun ses tonu, her halini bildiğin ve duyduğun sesi bir gün belki bir kayıttan da olsa çıkar duyarım umuduna kendin bağlayarak unutmak. Dışarıdan gören herkes çok güçlü olduğunu söyler, hatta bu cümlelerin kurulduğu çoğu anda sen tükenmişliğin dibinde olduğunu içten içe düşünürken. Attığın her kahkahanın altında yatan bir gözyaşı var. Atlatamadıkların, inanamadıkların, 'bu nasıl olur' dediklerin, yalnızlığın, çaresizliğin ve en fenası da kimsesizliğin. Öyle bir an ki; yüzüne öyle bir anda vurur ki yalnızlığını ve kimsesizliğini hayat; o zaman tutunduğun umuda sarılmaya bile mecalin kalmaz. Gözüm hala kapalı bunları yazarken. Gözümü açarsam tutunduğum son umudum da benden kopacak biliyorum. Gözüm kapalı yaşıyorum bu hayatı; tecrübelilikten değil, korkudan. Gözüm kapalı yaşadığım bu hayatta elimi tutan son umudumu da yitireceğim gözlerimi açtığımda. Şerefine kadeh kaldırdığım ilk arkadaşım, arkasından el salladığım ilk sırdaşım, kokusunu eski kazaklarından alarak yetindiğim ilk baharım, kabullendim; ama hala inanamıyorum. Biliyorum inanmalı ve korkularımla acılarımın üzerine basa basa yükselmeliyim her gün daha fazla. Şerefine arkadaşım, şerefine toprakta açan çiçeğin en güzel kökü, şerefine bir kanser hücresiyle savaşmanın en etkili yolunun gülmek, daha çok gülmek olduğunu ve dökülen saçlarının tel tel çıkmasına her sabah aynanın karşısına geçip çocuk gibi sevinmenin bu hayatın anlamı olduğunu bana öğreten öğretmenim.. Gözümü açacağım gün sen gibi olacağım. Sana benzediğim gün umuda tutunmak yerine umut olacağım..

19 Ağustos 2018 Pazar

Anahtar Kapının Üstünde

Kolay mıdır öyle kolayca kapıyı çekip çıkabilmek? Sanki kapının ardında bedenin hariç her şeyin kalır gibi bir yer terk ettiğinde. İnsan bir yeri terk etmeden önce kendini terk eder esasen. Kısaca yollarda taşların arasından topladığı kırıntıları bırakıp çapıp çıkmak işte kapıyı. Nasıl yapacaksın ki? Yıllarca her akşam gelmişsin o eve, bakmışsın bir iki fotoğrafa, belki bu dünyadan göçmüş birinin silüetiyle rakı içip iki kelam etmişsin sofrada. Anahtarı başkasına vermektense kapının üstünde bırakıp gitmeyi tercih etmişsin, terk etmiş ama aslında edememişsin. Kararlı kararsız adımlar atıyorsun ilk defa o evin yolunda. Elinde o çerçeve, yanında o silüet yürüyor. Zaten kaybetmişsin kaybedeceğin kadar. Bir gün o eve dönmek isteyeceksin; fakat anahtar kapının üstünde. Evin içinde kalmış güvendiğin ve sevdiğin her şey. O kadar da kolay değilmiş kapıyı çarpıp çıkmak. Akşam yine oraya döneceksin unutup. Alışmaya çalışma süreci bir de. Sonra bir gün gide gele yine yollarda taşların arasından bir şeyler toplamaya başlayacaksın. Kaç hayat daha yaşayacaksın kim bilir? Bir gün yeni bir anahtarın olacak..

12 Mart 2018 Pazartesi

Hırsızlar

Dört duvar arasında itilip kakılmış, saçları 3 numaraya vurulmuş kimsesiz küçük bir çocuk. Sıkışıp kalmış  koskoca gökyüzüyle koskoca yeryüzünün arasında bir yerlerde. Küçümecikken kesilmiş tüm umutları, bir balonu bile uçurmak istemeyecek kadar büyümüş yer-gök arasında bir kaldırım kenarında. Şimdiden dolanmış ağzına 'ölüm, toprak, gözyaşı' ve daha niceleri... Küçücük elleriyle kime ne yapmıştı da böyle bir hayat ona layık görülmüştü ? Çocukluğunu sormadan alıp çekip gidenler kaldırımın kenarında bırakmıştı miniği. Kimse dönüp bakmadı ardına, adımlarının ardındaki tozda boğuldu çocukluğu götürülen küçüğün sadece nefes alabildiği, bir lokma ekmeğin geçmediği boğazı. Uçan kuşlarla haber yollardı aklınca yalnızca ağızlara pelesenk olmuş 'tanrı'ya; onu da görsün diye. Oysa o daha doğduğu anda ondan almıştı tanrıların tanrısı(!) sahip olduğu ve olabileceği her şeyi!
  Küçük hep küçük kalacaktı ne de olsa. Büyüyecek olan tek şey sorgusu, suali ve öfkesiydi. Nedendi bunca adaletsizlik ? Bir çocuğun elinden hayallerini almak onu dipsiz bir kuyuya atıp orda saklambaç oynamasını söylemek ve saymayı asla bitirmemektir. Çocuk sayım bitmeden çıkmaz saklandığı yerden. Çocuk, çocuktur çünkü. Küçüktür, küçücük minicik elleriyle gözlerini kapattığında görülmediğini bile zanneder ÇOCUK.
   Yıllar geçer de üstünden bir gün kaldırımın kenarından ayağa dikilirse çocuk ve gücünü hissederse bütün eklemlerinde ve iliklerinde, o gün bütün hırsızlar geri gelir kaldırımın kenarında çocuğun karşısına çıkarlar bütün çirkinliğiyle, bütün utanmazlığıyla gülüverirler çocuğun yüzüne. Doğduğu anda canı hariç her şeyini, çocukluğunu, hayal gücünü, süt dişlerini bile çalanlar gün gelir dolanırlar etrafında soydukları hayatın. Kimseye kötülük yapmamış minicik eller gün gelir tüm hırsızların bir gün boğazını sıkarken olağan gücüyle kullanılır. Hiçbir hırsız hesap edemez birinden çaldıklarının mağduru nasıl güçlendireceğini. Her hırsız giderken bir şeyler götürdüğünü zannederken çok şeyi verir aslında. Kiminin çocukluğunu, kiminin annesini, kiminin de babasını, hayallerini, bir balonu uçurma isteğini çalar giderler onlar. Herkesin inandığı o tanrıların tanrısı(!) da küçücükken çocukluğunu çalıp gitmişti onun. İsyan nedendir diye sormaya kimsenin hakkı yoktu. İsyan mağduriyetin en büyük çığlığıydı!

21 Eylül 2017 Perşembe

Meczup bu yüzden meczuptu

Uyanmak istemedi hiçbir sabaha meczup. Her uyandığında lanetiyle doğdu gün,  öyle de lanetli battı. Sesini kimse duymadı meczubun, kimse anlatmak istediklerini anlamadı; herkes kendi istediğini anladı. Konuşamadı meczup. Konuşamadıkça yazdı, yazdı, yazdı.. Bir süre sonra kalemi tükendi, defterinde sayfası kalmadı. İçine attı meczup, içine yazdı anlatacaklarını. Kimsesi yoktu çevresinde tonlası varken bile. Ona göre sahteydi herkes, herkesin yüzünün gülümsemesi sahteydi, menfaat üzerine kuruluydu bütün yaşantıları. Kimse anlamazdı mesela ölümden. Ölenin arkasında kalmak nedir bilmezdi kimse. Oysa meczup bu yüzden meczuptu. Faili meçhuldü, katil zanlısı bulunamazdı onun. Onun katili içindeydi. İçine attıklarının öznesiydi katili. Aşıktı meczup katiline, şikayet edemezdi ağzını açıp da. İnanırdı ölecekse de onun elinden olmasının onu ölüme gülerek götüreceğini. Yaşayan ölüydü meczup. Katili ise öldürüp kenara atmıştı sadece. Devam ediyordu hayatına hem de hız kesmeden. Diyorum ya; meczup bu yüzden meczup olmuştu zaten. Zira o ölse de katili yaşasın isterdi. Ölümünden çok onu boğazlarken boğazına değeceği ellerini düşünürdü o. Meczup anlatamadıkça biriktirdi. Anlatamadıkça öfkelendi, anlatamadıkça parladı. Kimi zaman bağırır çağırırdı, 'DİNLEYİN BENİ!' derdi. İnsanlar suratına bakar, bakar sonra yollarına devam ederdi. Kimisi koyardı avcunu çenesine, dinler gibi yapardı ardından sırtını sıvazlar ve giderdi. Meczubun kaderi terkedilmekti. O hep kalan olmuştu, o hep gidene el bile sallayamayan olmuştu. Diyorum ya, meczup bu yüzden meczup olmuştu zaten. Sallayamadığı eline aldığı bir aletle vurdu meczup kendini. Kanından önce içine yazdıkları savruldu her bir yana. Meczup veda ederken giden bile olamamıştı, kalan kimse yoktu ki.. Meczup bu yüzden meczup olmuştu. Ve meczup bu yüzden ölmüştü..

17 Ocak 2017 Salı

Bir Çiçek

Kış gününde içinin alev alev yanıyor olmasından mıdır bu çıplaklığı yüreğinin ? Dengesizleşmiş bütün o bildiğimiz dengeler. Yerle bir, kanla revan içinde içimizin bütün oluşumları. Kırık dökük ve bir daha sanki kimse oraya gelip bir inşa için uğraşmayacak. Zaten bütün yıkımların başında yok mudur en büyük hayaller? Bütün uğraşlar, bütün emek hep hayalinin peşinde koşmaktan. İşte bu kadar. Bütün yorgunluğum, bütün kırık döküklüğüm. Ben de bir zamanlar hayalleriyle yaşayan bir insandım. Ben de bir zamanlar en güzel perdelerle süslenmiş camları olan bir bina inşa etmiştim içimin en güzel manzarasında. Ve hâla ufak bir umut, ufacık. Bitmesine izin vermek istemediğim, giderse yıkık dökük olacağım bir umut daha. Hep bu sefer son diyerek yola koyulup yolun yarısında kaybettiğim umutlarımın sonuncusu. Son değil. Biliyorum. Fakat, hala o binanın kalan son çiçeği camında durmakta. O çiçek sensin. Bütün yıkımlardan geriye kalan tek, biricik çiçeğim benim. Umudumla suladığım, hayallerimin kalan tek izi..
    Yıkımlara rağmen ayakta durmaya çalışmak, her gece bir başka bitişe ağlayıp gün ışıdığında tekrar hayaller kurmak. En zoru pes etmemek zorunda kalmak. Gücünü hüznünü saklayarak göstermeye çalışmak ve bunun anlamsızlığı. Bütün anlamlardan yoksun bir kapalılığım var bugün. Bütün imgelerin cümlelerimde varolduğu, tasarılarımın içindeki küçücük umut. Umuda sarılı bir hayat. Bütün gökkuşaklarının içinde bir renk sadece, sen ona sarı de. Sararmaya yüz tutmuş bütün yapraklarım, dökülüyorum. İşte sen o ağaçta kalan en son, en çok direnen yapraksın.. Umudum. Gözümün son ışıltısı. Sen gitme!


17 Mayıs 2016 Salı

Gökkuşağı

Durulmayan fırtınalardan akıntılara doğru kayıp gider insan çoğu zaman. Hangi rüzgara kapıldığını bilmeksizin savrulur içindeki yangının külleri bir oraya bir buraya. Her güneşin ardında bir yağmur var diye üzülürken düşünülmez yağmur sonrası gökkuşağı. Her gözyaşı sonrası gülümsemeler oturuverir suratına yalandan da olsa. Kaybolmuş gibi hisseder çoğu zaman yıllardır nefes alıp verdiği yerde. Kaybeder çocukluğunun masumiyetini, unutuverir dizlerini kanattığı yokuşları. Kaybedilir mi bütün kazanılanlar ? Peki kaybettiklerini kazanır mı insan bir zaman sonra ? Dönüşünün olmadığını bile bile bekler mi bir şeyleri ?
Her giden gelmez. Her kayboluş, yeni bir yol buluştur. Aynı bozkıra çıkmasa da yollar, yeni ses, yeni nefes demek buluşlar. Dayanmak zorunda hisseder, bazen de kaçıp kurtulmak, saklanmak.  Öyle ki, noktası bile olmadığı bir tümcede özne olmaktır tek dileği. Kaçıp kurtulmak istediği hayattan kopamama içgüdüsü. Sanki bırakırsa dökülecek bütün domino taşları. Bırakmamak zorunda gibi. Gerçeği gördüğü halde yalanlara sarılarak avunmak belki ömrü boyunca yapabileceği en iyi iş. Sonu hep aynı. Sonlar hep hazin. Mutlu bir sona rastladınız mı hiç ? Mutluysa sonu olmamalı hiçbir hikayenin. Pamuk prensesle prensin mutluluğu daim olmalı örneğin. Türlü türlü aforizmalar..
Sonu gelmez ya bazı yazıların, dökülmez ya bazı hisler hiçbir kağıda. Ağzımızdan bile çıkamaz bazı kelimeler, yutkundukça geçecek umudu bir nevi insandaki. Yutkundukça geçecek diye umut etmekteyim, sonu yok..


Büyük ve Özgür Olmak

Büyük olmak nedir? Büyümek özgürleştirir mi? Çocukken dünyevi ve ruhani buhranların olmadığı, kötülüklerle saklambaç oynayıp her seferinde k...