25 Nisan 2020 Cumartesi

Oyun

Bir çocuğun elinden en fazla oyuncağını alırsanız ağlar diye bilirdim. O çocuğun istediği dondurmayı almayarak, sokakta oynarken düşüp dizlerini kanatmasına izin vermeyerek üzersiniz en çok derdim. Çünkü bilmezdim bir gün bunların dışında bir sebepten ağlayacak ve üzülecek bir çocuk olduğunu. Bilmezdim bir çocuğun canının da büyük bedenlerin içindeki can kadar yanabileceğini. Düşünmezdim. Üzerine senaryolar yazıp yazıp zihnimde canlandırmazdım. Tek derdi kapının önünde oyun oynamak için haftasonunun gelmesi olan bir çocuktum. Sarı saçlarına anneciğinin hangi tokayı takmasını istediğine karar veremeyen bir kız çocuğuydum. Ta ki gitmek mi, kalmak mı sorusunun cevabına karar vermem gerekene kadar. Ağlayıp içindeki her acıyı dökmek mi, içindekinin içinde kalmasına izin verip tüm dünyaya güç gösterisi sergilemek mi sorusunun cevabına karar vermem gerekene kadar.
Her şey başladığında küçük çocuk oyunun ne olduğunu anlamamıştı. Tek bildiği oyun her çocuğun bildiği cinsten olanlardı çünkü. Oyunun başlamasında bir sebep olamazdı ona göre. Her şey toz pembeydi, istop oynarken bile siyah deyip topu fırlatmazdı küçük çocuklar. Oyunların sonunda kaybedilen şey en fazla bir dondurma olurdu, bir insan değil. Çünkü çocuklar ölümü bilmezdi. Çünkü çocuklar henüz oyunları güven ve sevginin üzerine bahse girerek oynamayı öğrenmemişlerdi. 
Oyunun başında bir kayıp vererek oyuna istemeden dahil olan küçük çocuklar, kuralını bilmediği oyunun başrolü olmak zorunda kaldı. Onların dünyasında kandırmak en fazla saklambaç oynarken arkadaşıyla kıyafetini değiştirmekti çünkü. Bilemezlerdi sesleriyle çınlayan sokaklarına bir gün sessizliğin hakim olacağını. Hele bir tanesi vardı ki; o sessizliğin içinden tekerleri dönen yeşil renk bir araba evinin önüne gelene kadar hiç bilmezdi kayıp nedir, ölüm nedir. O güne dek bildiği tek yeşil bahar gelince tırmanıp erik topladığı ağacın yeşiliydi. Böylesine kasvetli, böylesine hüznü çağrıştıran bir yeşili ilk defa görüyordu, bir daha unutmamak üzere beynine kazınıyordu. 
İşte çocukları en fazla böyle üzebileceklerini öğrendim. İşte bir çocuğunun canının elinin yumruğu kadar değil, elinden alınanın kalbindeki yeri kadar yanabildiğini böyle öğrendim. Bir çocuğun aslında elinin parmakları kadar bile yanında olan kişi sayısının olmadığını öğrendim o ilk kaybı verdiğinde. 
Şimdi çocuk doğup büyüdüğü evde sadece çocukluğunu bırakarak geldiği kendi dünyasından sadece kelimelere dökmekle yetiniyor kaybını. Şimdi o çocuk gözlerini ebediyete kadar kapatana dek unutamayacağı yeşili gözünün önüne getirerek küçük dünyasını o evde bırakıp yeni dünyasına çocukluğunu düşünerek tutunmaya çalışıyor. En sonunda oyunların bir sebebinin, bir stratejisinin ve büyük kayıplarının olduğunu öğrenerek en büyük oyununa bile bile lades demeye başladı. Çocuk, çocukluğun yaşla değil, yaşadıklarıyla elinden gidebileceğini öğrenerek büyük bedeninin içinde kendini yaşatmak için veriyor en büyük savaşını. 

Büyük ve Özgür Olmak

Büyük olmak nedir? Büyümek özgürleştirir mi? Çocukken dünyevi ve ruhani buhranların olmadığı, kötülüklerle saklambaç oynayıp her seferinde k...