21 Eylül 2017 Perşembe

Meczup bu yüzden meczuptu

Uyanmak istemedi hiçbir sabaha meczup. Her uyandığında lanetiyle doğdu gün,  öyle de lanetli battı. Sesini kimse duymadı meczubun, kimse anlatmak istediklerini anlamadı; herkes kendi istediğini anladı. Konuşamadı meczup. Konuşamadıkça yazdı, yazdı, yazdı.. Bir süre sonra kalemi tükendi, defterinde sayfası kalmadı. İçine attı meczup, içine yazdı anlatacaklarını. Kimsesi yoktu çevresinde tonlası varken bile. Ona göre sahteydi herkes, herkesin yüzünün gülümsemesi sahteydi, menfaat üzerine kuruluydu bütün yaşantıları. Kimse anlamazdı mesela ölümden. Ölenin arkasında kalmak nedir bilmezdi kimse. Oysa meczup bu yüzden meczuptu. Faili meçhuldü, katil zanlısı bulunamazdı onun. Onun katili içindeydi. İçine attıklarının öznesiydi katili. Aşıktı meczup katiline, şikayet edemezdi ağzını açıp da. İnanırdı ölecekse de onun elinden olmasının onu ölüme gülerek götüreceğini. Yaşayan ölüydü meczup. Katili ise öldürüp kenara atmıştı sadece. Devam ediyordu hayatına hem de hız kesmeden. Diyorum ya; meczup bu yüzden meczup olmuştu zaten. Zira o ölse de katili yaşasın isterdi. Ölümünden çok onu boğazlarken boğazına değeceği ellerini düşünürdü o. Meczup anlatamadıkça biriktirdi. Anlatamadıkça öfkelendi, anlatamadıkça parladı. Kimi zaman bağırır çağırırdı, 'DİNLEYİN BENİ!' derdi. İnsanlar suratına bakar, bakar sonra yollarına devam ederdi. Kimisi koyardı avcunu çenesine, dinler gibi yapardı ardından sırtını sıvazlar ve giderdi. Meczubun kaderi terkedilmekti. O hep kalan olmuştu, o hep gidene el bile sallayamayan olmuştu. Diyorum ya, meczup bu yüzden meczup olmuştu zaten. Sallayamadığı eline aldığı bir aletle vurdu meczup kendini. Kanından önce içine yazdıkları savruldu her bir yana. Meczup veda ederken giden bile olamamıştı, kalan kimse yoktu ki.. Meczup bu yüzden meczup olmuştu. Ve meczup bu yüzden ölmüştü..

17 Ocak 2017 Salı

Bir Çiçek

Kış gününde içinin alev alev yanıyor olmasından mıdır bu çıplaklığı yüreğinin ? Dengesizleşmiş bütün o bildiğimiz dengeler. Yerle bir, kanla revan içinde içimizin bütün oluşumları. Kırık dökük ve bir daha sanki kimse oraya gelip bir inşa için uğraşmayacak. Zaten bütün yıkımların başında yok mudur en büyük hayaller? Bütün uğraşlar, bütün emek hep hayalinin peşinde koşmaktan. İşte bu kadar. Bütün yorgunluğum, bütün kırık döküklüğüm. Ben de bir zamanlar hayalleriyle yaşayan bir insandım. Ben de bir zamanlar en güzel perdelerle süslenmiş camları olan bir bina inşa etmiştim içimin en güzel manzarasında. Ve hâla ufak bir umut, ufacık. Bitmesine izin vermek istemediğim, giderse yıkık dökük olacağım bir umut daha. Hep bu sefer son diyerek yola koyulup yolun yarısında kaybettiğim umutlarımın sonuncusu. Son değil. Biliyorum. Fakat, hala o binanın kalan son çiçeği camında durmakta. O çiçek sensin. Bütün yıkımlardan geriye kalan tek, biricik çiçeğim benim. Umudumla suladığım, hayallerimin kalan tek izi..
    Yıkımlara rağmen ayakta durmaya çalışmak, her gece bir başka bitişe ağlayıp gün ışıdığında tekrar hayaller kurmak. En zoru pes etmemek zorunda kalmak. Gücünü hüznünü saklayarak göstermeye çalışmak ve bunun anlamsızlığı. Bütün anlamlardan yoksun bir kapalılığım var bugün. Bütün imgelerin cümlelerimde varolduğu, tasarılarımın içindeki küçücük umut. Umuda sarılı bir hayat. Bütün gökkuşaklarının içinde bir renk sadece, sen ona sarı de. Sararmaya yüz tutmuş bütün yapraklarım, dökülüyorum. İşte sen o ağaçta kalan en son, en çok direnen yapraksın.. Umudum. Gözümün son ışıltısı. Sen gitme!


Büyük ve Özgür Olmak

Büyük olmak nedir? Büyümek özgürleştirir mi? Çocukken dünyevi ve ruhani buhranların olmadığı, kötülüklerle saklambaç oynayıp her seferinde k...