14 Şubat 2016 Pazar

Şerefe

Bölünüyoruz. Bölüm bölüm seyredilip yorumlanıyoruz çoğu zaman. Satır satır okunuyoruz; girişimiz, gelişmemiz kimsenin umrunda değil önemli olan hep sonuçlar. Yazıp yazıp silmelerim hep bundan. Yazdıklarımın çoğunu saklamam. Hayallerimden, umutlarımdan, küçük sevinçlerimden ve çoğu zaman 'deli' gibi düşündüğüm gerçekdışı oluşlardan kimseye bahsetmeyişimin sebebi kendimden bile gizleniyor oluşum. Dışarıya gülüp aslında içerinin zindanlarında hapsoluşum. Gardiyan göğüs kafesim, zorlamıyorum artık beni bırak çıkmak istiyorum diye. O kadar zorlamıyorum ki, kendime verdiğim bu müebbetten gardiyanlar bile şikayet edip salıverecek. Hafiflemek istiyorum çoğu zaman, hatta her zaman.. Ağır gelen her şeyi yol kenarına şehrin uzağına bırakıp gitmek isterken bile farkediyorum ki ben o ağırlıklarla varım. Beni ben yapan yüklerim. Geçmişe bağlı, geleceğe önyargılı yaşıyorum umutlarım hep o kafesin içinde. Bir yerlerde hala izler arıyorum, ayak izlerinin üstünden milyonlar da geçmiş olsa göz dolduran, tebessümümün üzerinden küçük damlalar akıtan, damlalarımdan bile küçük bir umut. En büyük ağırlığımın aslında bana bu gücü veren olduğunu hatırlar gülümserim her defasında. Minnet duygusunun ne olduğunu bile yoklukta öğrendim aksi gibi. Sesini kısıyorum bu sefer dışarının, içimle konuşuyorum. İçimde var olan ve var olacak olanla. Sesini açıyorum, sağır olsam bile bu yüzden olmasını istercesine. Ciğerlerim patlayacaksa, yıllar öncesine koşmak yüzünden olsun dercesine.. Sanki doğduğumdan beri böyleyim, kabuğumdan çıkarsam zarar görecek gibi. Her bir etkiye tepki olarak daha çok kapanmak gibi. Açılmak isterken yine yalnız kalmayı bekler gibi. Her bir kadehte bundan yıllar öncesini, çocukluğumu arar gibi sağıma soluma bakıyorum belki yüzlerce kez. Kaldırıp şerefine dediğim her şeyin arkasında çocukluğum yatıyor belki de. Şerefe, yokuş aşağı koşup kanattığım dizime diyorum; şerefe, sabahları beni gülümseyerek izleyen o güzel yüze diyorum. Küçük bir kız olmaktan vazgeçmek zorunda kalışıma içiyorum belki, içmesem de deşiyorum bütün yaralarımı. Ama dizimi değil bu sefer. Büyümek zorunda olmak, bir daha dizini kanatamamaktır. Çünkü dizine pansuman yapanın yoksa öldüresiye acır, dizin değil bu sefer yüreğin. O zaman bir kez daha şerefe, bir arabaya bindirilip üstü örtülerek götürülen çocukluğuma.
 

27 Ocak 2016 Çarşamba

Benzemek

Bulutları bir şeylere benzeten insanlardanız çoğumuz. Belki bir prens, belki araba, belki bir silüet. Kabullenmek istemeyiz aslında gökyüzünün mavi, bulutların da beyaz olmadığını. Çocukluğumuzdan beri pamuk şekere benzeyen, sahiciliği olmayan bulutları seyrederiz. Sıkkınken, mutluyken, geceleri uyku tutmadığında, yeni bir sabaha göz açınca..
Gittiğim hiçbir yolun sonu yok, kabullenemediğim şeylerden biri bu olabilir. Sonunun ne olacağını bilmediğim bir monotonluk. Neden diye sormadan edemediğim 24 saat. Ne için burdayım, neden şuan bu dünyada nefes alıp veriyorum soruyorum. Bazen tabiri caizse sırtımdaki ağırlıklara tonlar ekleniyor, altından kalkmak zor. Söylenen bütün tümceler sanki kilolarca ağırlık ediyor da yükleniyor gibi. Özlediğim çok şey var. Kaybettiğim, kazanmayı dilediğim ve malesef kazanamayacağımı da bildiğim birçok şey.. Geri döndüremeyeceklerim, dönmesini istediklerim; dönemeyeceğini bildiğim halde beklediklerim.. Sonu olmayan bir şeyi beklemekten daha acısı var mıdır? Bilmiyorum. Gelmeyecek birinin hasretinden göğüs kafesinin yanmasından daha umutsuzu? Cevap yok.. Çare beklemek değilse, beklediğime benzemek belki de. Biri gibi olmaya çalışmak, hele ki o insan kanınız canınızsa yorulmak diye bir şey yok. Umudumuz kalmayınca yapacak bir şey de. Benzeyelim en sevdiklerimize, dönmeyeceklere, dönemeyeceklere ve kaybettiklerimize.


24 Ocak 2016 Pazar

En ucundayım..

Öfkemin yarattığı en büyük kaybım. Sinirimden çekilen damarlarım, korkunç bi canavara benzeyen gururum, önüne geçemediğim lanet öfkem. Çok şeyi kaybettim, çok fazla kaybım oldu her daim. Ama bu kadarı fazla, çok fazladan bile fazla. Ben hiç öfkesinin önüne geçememiş biriyim. Her zaman önce o tez canlı, çok sinirlenen, öfkesine yenik düşen ve hep kötü insan konumuna düşen, işte o benim. Hiçbir zaman kaybetmek istemedim. Bazılarını isteyerek gönderdim, onları kazanmak da bir şey değiştirmemişti. Ama kazanmayı beklerken o kadar kaybettim ki, dibindeyim bütün kazılan toprakların. Üzerime kapandı hepsi birden, bir dakikada, bir ses tonunda, tek bir nefeste dökülen iki kelimede topraklar yığıldı üzerime ve kimse taşların canımı acıtıp acıtmadığını önemsememişti bile. Yağmurlar yağdı hep gözlerimden, topraklar çamur oldu ve gökkuşağının açmasını o kadar bekledim ki, ucundayım bütün gökyüzünün. Sadece izliyorum. Benim olanı kaybetmemi başa sarıp izliyorum. Sona gelmekten korktuğum için hep başa sarıyorum yarısından, diğer yarısı ne olacak, işte onu bilmiyorum... Aklımda soru işaretleri yok, ünlem, nokta hele ki virgül hiç yok. Ben tekdüze severim her şeyi, yaşayacaksam sonuna kadar ve tek bir an bile pes etmeden. Üç noktalarım olur bazen. Başladığım her paragrafı üç noktayla bitiririm. Hele ki konu oysa, konu beni toprağın altında, gökyüzünün ucunda yaşatansa ben bitirmeyi hiçbir zaman göze alamam. Dolu dizgin olsun istedim hep, her zaman en güzeli olsun... Sırra kadem basacaksak, birlikte. Koşacaksak bilmediğimiz sokaklarda kaçacaksak eğer ayrılıktan, birlikte. Doğduğumdan beri varmış gibi hissettiğim, şimdi sağ omzumu boş hissettiğimde anlıyorum, gitmişsin. Bitmişim. İşte burada yutkunmak zor. Bütün bu hikaye bundan ibaret
Gelmişsin,
Yaşamayı sevmişim,
Gitmişsin,
Bitmişim.
Bu gece her şey gidişinin ardından sallanan elimin havada kalışına...


Büyük ve Özgür Olmak

Büyük olmak nedir? Büyümek özgürleştirir mi? Çocukken dünyevi ve ruhani buhranların olmadığı, kötülüklerle saklambaç oynayıp her seferinde k...